1 Mart 2009 Pazar

Antalya Devlet Tiyatrosu / Bay Kolpert / David Gieselmann

David Gieselmann (1972 / Almanya)

1972 yılında Köln’de doğan David Gieselmann, 1994-1998 yılları arasında Berlin Güzel Sanatlar Yüksekokulu’nda Dramatik Yazarlık öğrenimi gördü ve ilk oyunları “Ernst in Bern” ile “Die Globen”i burada sahneledi.
1999 yılında Yeni Alman Oyun Yazarları Haftası” için Londra’daki Royal Court Theatre’a davet edildi. Aynı tiyatroda 2000 yılında “Bay Kolpert” oyunun dünya prömiyeri yapıldı.
“Bay Kolpert” aynı yıl Almanya’da ilk kez Berlin’de Schaubühne’de Marius von Mayenburg tarafından sahnelendi.
“Bay Kolpert” bu sahnelemenin ardından yalnızca Almanya’nın birçok şehrinde sahnelenmekle kalmadı, aralarında İskandinavya, İtalya, Yunanistan, Fransa, Polonya, Avustralya ve ABD’nin de bulunduğu birçok ülkede sahnelendi.
1999 yılında Deutschland Radio Berlin’de yayınlanan “Blauzeugen”adlı radyo oyunu, “ayın radyo oyunu” olarak seçti. Aynı oyun Berlin Güzel Sanatlar Akademisi’nin düzenlediği Radyo Oyunları Haftası”nda dinleyici ödülünü kazandı.
“Der Android” adlı radyo oyunu 2001 WDR radyosunda yayınlandı.
“Bay Kolpert” 2000 yılında Almanya’nın önemli oyun yazarlığı ödüllerinden biri olan Heidelberg Ödüllerine aday gösterildi.Ve Türkiye’de ise ilk kez Antalya Devlet Tiyatrosu’nda sahnelendi.

Ralf (Sedat Savtak) ve Sarah (Zeynep Hasdal Çolakoğlu) iki sevgilidir ve aynı evde yaşamaktadırlar. Sarah’ın iş arkadaşı olan Edith (Bahar Işık) ve mimar eşi Bastian Mole (Selim Bayraktar) Ralf ve Sarah’a yemeğe davetlidir. Amaç ‘eğlenmektir’. Misafirleri gelmeden önce Sarah, odanın ortasında bulunan sandığı kilitler. Edith ve Bastian’a sandıkta ceset olduğunu söyleyip, onları kafaya alacaklardır. Ve planlarını uygularlar, öldürdükleri kişinin Sarah ve Edith’in çalıştığı yerde idari işler sorumlusu olan ‘Bay Kolpert’ olduğunu ve onu tel ile boğduklarını anlatırlar. Bastian sandıktan gelen tıkırtılar üzerine Bay Kolpert’in hala yaşadığına inanır ve Sarah ile Ralf’in sandığın içinin boş olduğunu söylemelerine rağmen ellerini bağlar, sandığın anahtarını Ralf’in cebinden alır. Ancak sandık boştur.

Tüm bunlara rağmen Sarah ve Ralf oyunu devam ettirirler ve Bay Kolpert’i gerçekten öldürdüklerini söylemeye devam ederler. Ancak Edith ‘Bay Kolpert’ ismini bir daha duymak istemediğini söyler ve ‘kim kimdir’ oyununu oynamaya başlarlar. Herkesin alnına üzerinde isim yazılı bir kağıt yapıştırılır. Herkes kendi alnındaki kağıtta yazan ismi tahmin etmelidir ve oynamaya başlarlar. Edith’in alnındaki kağıtta ‘Bay Kolpert’ yazılıdır. Oyunun bitimine yaklaşıldığında Edith bunu tahmin eder ve çok sinirlenir. Çünkü bir daha o isimden bahsedilmemesi gerektiğini belirttiğini yineler. Eğer ‘Bay Kolpert’ yanlarında olsaydı zevkle hayalarına tekme atacağını, sıcak ütüyü karnına basacağını, on beş litre mazotu kaynatıp kafasına boca edeceğini, silahla kulak zarını patlatacağını büyük bir hiddetle anlatırken, odadaki dolabı bir anda açar ve içinde kana bulanmış ‘Bay Kolpert’i görür. Zil çalar ve Pizzacı (Gökhan Sevimli), bir öncekinde yanlış getirdiği pizzaların istenilenlerini getirmiştir. Bu arada da Bastian, Bay Kolpert’in dolaptaki parçalanmış halini görünce odanın (sahnenin) tam geri, orta bölümüne yerleştirilmiş, duvara monte edilmiş büyük Mona Lisa tablosu açılır (tabloyu açan görevlinin el ve ayaklarını da görmek ilginçti) ve burada bulunan banyo küvetine kusar. Kolpert’in cesedinin ortadan kaldırılması için Edith, Bastian’dan yardım ister fakat Bastian bunu kabul etmez. Bunun üzerine Ralf, Bastian’ı arkasından yakalar, bir bez parçasını burnuna ve ağzına dayayarak bayıltır. Sonra da silahla ateş ederek tamamen öldürür. Bastian’ın karısı Edith’in bunun üzerine kurduğu ilk cümle; ‘özgürlüğüme kavuştum’ olur. Pizzacı tüm bu olanları görünce gitmek ister ama o da bu işin içindedir artık. Edith bir bıçak alır ve pizzacıyı delik deşik eder. Ve en ilginç olanı da üçünün de kendilerini ‘korkunç normal’ hissetmeleridir.

Oyun, eğlenme meraklısı günümüz insanı hakkında yazılan bir kara komedi.
Hitchock’un ‘Bir Cesede Kokteyl’, ‘İp’ filminden başlayıp, Tarantino’nun “Pulp Fiction”ına uzanan, ‘Ucuz Roman’dan, ‘Katil Doğanlar’a kadar geniş bir yelpazeye yayılan eğlence geleneğinden beslenen bir oyun. Yazar metni o kadar ustalıkla oluşturmuş ki, diyaloglardaki sürprizlere karşı iyi hesaplanmış durumlar ortaya koyuyor. Karşımızda konformizmin uyuşturduğu günümüz toplumunun ‘insanlığını hissetmek için’ şiddete başvurmasını ve insanlıktan çıkmasını komedinin renkli diliyle görüyoruz. Düşünsenize Ralf ve Sarah canları sıkıldığı için cinayet işliyorlar ve Edith de buna büyük bir keyifle alet oluyor, çünkü onun da canı sıkılıyor; oyuna katılanlar yaşıyor, katılmayanlar ölüyor.

Oyunda en çok dikkat çeken noktalardan biri de, ‘kaos’ kavramı üzerinde durulması. Kaos, fiziksel gerçeklik parçalarının bir bütün olarak eğilimini açıklamaya yarayan bir yöntem olarak karşımıza çıkıyor. Oyunda Ralf, kaos araştırmacısıdır. Ve kaos araştırmacısı ne araştırır sorusuna ise şöyle cevap verir:

'Kaos araştırmacısı kaosu araştırır. Her ne kadar bu artık bilgi gibi gelse de, aslında bu totoloji, bir tanımlamada ihtiyaç duyulan her şeyi içinde barındırıyor. Görüyor musunuz, gerçekten öyle. Aslında kaos araştırmacısı düzeni araştırır. Çünkü aslında temel düşünce, her şeyin arkasında bir düzenin var olduğudur, ya da her şeyin bir düzene doğru gittiği. Bir gün başka araştırmacılar çıktılar ve dediler ki: ya her şeyin arkasında kaos gizliyse ya daher şey kaosa doğru gidiyorsa? Örneğin filtre kahveye süt döktüğünüzde, sütteki kabarcıkların aşağı yukarı kıvrılarak fincanın içinde dağıldığını görmez misiniz? İşte kaos araştırmacısı böyle bir kaotik olayı araştırır. Bundaki paradoks ise kaos araştırması aslında her şeyin temelinde bir düzen olmadığı hipotezinden yola çıkar, ama kaos araştırmasında, gözlenen kaosu düzenleme fikri yatar'.

Ve bu kahve olayı kayda değer bir kaotik olaydır.

‘Bilimsel açıdan,bu olay hiç bir şekilde sağlaması yapılmış bir formülle formüle edilemez, çünkü sonsuz sayıda koordinatlara bağlıdır. a çarpı x bölü y eşittir zx üstü ay demek mümkün değildir. Bununla da temelde üç boyutlu uzamda, sizin dediğiniz gibi sütü, dediğiniz gibi bir norm fincanda kahvenin içine dağıtırsanız: Kahvenin miktarı, karıştırma açısı, karıştırma hızı, kahvenin ısısı, sütün ısısı, sütün yapısı, karıştırma vektörünün genişliği, dış ısı, kahve ve sütün ağırlığı ve miktarı, karıştıranın karıştırma şiddeti vs, vs, vs.’

Ralf, Mona Lisa tablosunu diferansiyal hesaplarla bilgisayarda parçalamaktadır. Bilindiği gibi Mona Lisa, bazı iddialar ortaya atılmış olsa bile hala sırrı çözülememiş bir portredir.Ve der ki Ralf:


‘Belirli hesaplamalarla dijital nokta sayısıyla oluşturulan düzeni kaosa götürebilirsiniz, böylelikle Mona Lisa’nın netliği gittikçe bozulacaktır. Burada ilginç olan nokta, bunu sürdürdüğünüzde, bir yerden sonra bütün kaostan tekrar Mona Lisa formu ortaya çıkar.’

Kaos Teorisinin temel noktaları ise şöyledir ve oyunda çok fazla üzerinde durulmaktadır;
- Düzen düzensizliği yaratır.
- Düzenin anlayamadığımız hali(kaos) varsa ki -illa ki olmalıdır- bundan dolayı düzensiz diyemeyiz. Yani düzenin dışına çıkmak imkânsızdır.
- Düzensizliğin içinde de bir düzen vardır.
- Düzen düzensizlikten doğar.
- Yeni düzende uzlaşma ve bağlılık değişimin ardından çok kısa süreli olarak kendini gösterir.
- Ulaşılan yeni düzen, kendiliğinden örgütlenen bir süreç vasıtasıyla kestirilemez bir yöne doğru gelişir.

Yönetmenliğini Hakan Çimenser’in yaptığı oyunun dekor ve kostüm tasarımı Işın Mumcu’ya, ışık ise Şükrü Kırımoğlu’na ait.
Eğer bu oyun çok dikkatli izlenirse inanılmaz keyif alınır. Çünkü hem bedensel anlamda çok hareketli ve aksiyon dolu, hem de fikirsel anlamda çok yoğun. Sanki izlerken biz ‘kaos’ yaşıyoruz. Duygu geçişleri çok fazla ve de bu çok başarılı bir şekilde söz konusu oyuncularla işlenmiş.Bu aksiyonun yanında, korku dolu anlar da olmuyor değil ve bunu başarılı bir müzik destekliyor. Tam sakinleştik, diyaloglara gülüyoruz derken, bi anda tekrar geriliyoruz.
Oyunun metnini oyunu izledikten sonra okudum. Eğer oyunu izlemeden önce okumuş olsaydım, oyundan çıktıktan sonraki kadar tatmin olmazdım sanırım.Çünkü bu kadar hoş bir oyun çıkabileceğini tahmin edemezdim; evet, yazar gerçekten başarılı yazmış ama tekstin birazcık yavan kaldığını düşünebilirdim ama yönetmen mükemmel bir şekilde metni ve oyunculukları iç içe geçirmiş. Yani demek istediğim, bu oyunla gerçekten profesyonel bir yönetmenin başa çıkabileceğidir.Birkaç değişikliğin haricinde metinle oynanılmamış, sadık kalınmış.Ve ortaya sorgulanması gereken birçok şey bırakmış.

İyi seyirler…

2 yorum:

Plastik Dikenli Kaktüs dedi ki...

Harika bir oyundu. Antalya'da izlediğim en iyi oyundu diyebilirim. Oyunu izlerken Natural Born Killers havası alıyordum ki oyunun içinde de gördük zaten bunu. Dört dörtlük bir oyundu gerçekten.

Öznur Çetin dedi ki...

İyi bir izleyicisiniz..
Nisan 2009 programında 'Yaban Ördeği' de var,İbsen..Beğeneceğinize inanıyorum,tavsiye ederim.