30 Kasım 2008 Pazar

TEK BAŞINA (ŞATİLA)

''Beyaz saçlarını görmek mümkün değildi. Çünkü kafası yarılmıştı (bir balta ile yarılmışa benziyordu). Beyninin kararmış bir parçası yerde,başının yanında duruyordu. Siyah,pıhtılaşmış bir kan gölünün üzerinde yatıyordu adamın ölü bedeni. Kemeri iliklenmemişti,pantolonunun tek bir düğmesi kapalıydı. Çıplak bacaklarının ve ayaklarının bazı yerleri kara,bazıları koyu mavi,bazıları da mordu; belki de gece ya da gün doğarken hiç beklemediği bir anda öldürülmüştü. Kaçarken mi öldürülmüştü?''


Bu şekilde tanımlamıştı Jean GENET; insanın kanını donduran,kendiyle hatta yaşadığı toplumla yüzleşmesini sağlayacak katliamın sadece küçük bir parçasını. Ortadoğu'da kaldığı süre içerisinde vakit buldukça yazmaya çalışıyordu. Çünkü bu izlenimlerini Fransa'ya dönünce değil; kan gölüne dönmüş, belli bir zamandan sonra kokusuna alışmaya başlayacağınız dar sokaklarda,şişmiş,kurumuş ve üzerlerine konan sinek sürülerinin eşliğinde,üzerlerinden atlamadan yürümenin imkansız olduğu Şatila'da kaleme almayı tercih etmişti; gerçek acıyı,nefreti,korkuyu,ölümü daha net aktarabilecekti.

İsrail Devleti'nin kurulması süreci, 1897'de Theador Herzl'in İsviçre'de 1.Dünya Siyonist Kongresi'ni toplamasıyla başladı.Başta İngiltere olmak üzere batılı devletler,Filistin topraklarında bir İsrail Devleti kurulmasını destekledi.


29 Kasım 1947'de , BM Filistin topraklarının yüzde 56 sının 650 bin kişilik Yahudi nüfusuna, yüzde 44'ünün ise 1.300 kişilik nüfusu bulunan Filistin'e verilmesini ve Kudüs'ü uluslararası statüye alan bir planı onayladı. Ve İsrail Devleti'nin kuruluşu 14 Mayıs 1948'de ilan edildi. Bu bir anlamda Filistin'i haritadan silme çabalarıydı.


Ve Eylül 1982...
Lübnanlı hıristiyan milislerce, o sırada israil işgali altında bulunan Sabra ve Şatila mülteci kamplarında katliamlar gerçekleştirildi.Lübnanlı milisler İsrail ordusu tarafından eğitildi ve o sıralar İsrail Savunma Bakanı olan Ariel Sharon tarafından Filistin Kurtuluş Örgütü(FKÖ) üyelerini temizlemeleri için kamplara gönderildi. Kıyım boyunca da kamp çıkışları israil askerlerince tutulup, kimsenin kaçmasına izin verilmedi. sonuçta resmi rakamlara göre 3500 sivil öldürüldü. Beyrut'taki mülteci kamplarını gözetlemekle görevli Kahan komisyonunun verdiği raporla Ariel Sharon sadece savunma bakanlığından alındı. Daha sonra Times dergisinde Ariel Sharon'u bu kıyımdan direk sorumlu tutan bir yazı yayınlanınca, Ariel Sharon dergiyi Amerikan mahkemelerine dava etti ve Amerikan mahkemeleri de Ariel Sharon'u haklı bularak davayı onun lehine bitirdi. Ayrıca gazetelerde İsrailliler'in katliamı haber alır almaz Şatila Kampı'na girip, katliamı hemen durdurduğu yazıldı. Peki, İsrailliler kampa girdiklerinde karşılaştıkları katillere ne yaptılar? Katiller nereye gitti?

''Saçları gri olduğuna göre yaşlı olmalıydı. Sırtüstü yatıyordu; molozların,tuğlaların,erimiş demir parçalarının üzerine öylece atılmış gibiydi.Bileklerini birbirine bağlayan, ip ve kumaştan yapılmış, örgü şeklinde garip bağı görünce şaşırdım;sanki çarmıha geriyorlarmış gibi önce kollarını yukarıya kaldırmışlar,sonra bileklerini bağlamışlardı.Siyah ve şiş yüzü gökyüzüne bakıyordu;sineklerden kapkara olmuş ağzındaki dişler beyaz görünüyordu.Elleri açık duruyordu ve on parmağı da kesilmişti, sanıyorum bir bahçe makasıyla...''


Hava bombasının sadece o gün için iki yüz elli kişiyi öldürdüğü gün,Ortodoks Kilisesi'nin mezarlığına kazılan çukura, toplanan cesetler,kopmuş bacaklar,kollar,kemikler bir sandığa doldurulup boşaltılıyor; ve bu her gün yapılıyor.

''Aşk ve ölüm. Bu sözcüklerden birini yazdığınızda, öteki onun yanına çok yakışır. Aşkın ve ölümün müstehcenliğini anlamak için Şatila'ya gitmem gerekiyormuş. Aşk ve ölüm anında bedenlerin saklayacak hiçbir şeyleri yoktur;duruşları,bükülüşleri,hareketleri,işaretleri,sessizlikleri hem bu dünyaya hem de öteki dünyaya aittir.''












28 Kasım 2008 Cuma

FRANZ KAFKA'NIN ''DÖNÜŞÜM''Ü

D.3 Temmuz 1883 Prag,Avusturya-Macaristan / Ö.3 Haziran 1924 Kierling,Viyana)


Çeşitli ailevi ve çevresel faktörlerden dolayı içe dönük büyüdü.Karl Ferdinand Üniversitesi'nin hukuk bölümünden mezun oldu ve daha sonra doktor ünvanı aldı.Alman edebiyatı ve sanat tarihi derslerini takip etti ve Yiddiş Tiyatro çalışmalarında yer aldı,destek verdi.Ölümünden sonra yapıtlarını yayınlayacak olan (Kafka yakmasını istese de) Max Brod ile 1907 yılında tanıştı ve bu sayede Prag edebiyat çevresine girdi.Modern dünya edebiyatına,belki de en çok tartışılan,yorumlara sığmayan ve biçim yönünden edebiyat akımlarına yerleştirilmesi zor olan yapıtlar bıraktı.Vereme yakalandı ve Kierling Sanatoryumu'nda hayata gözlerini yumdu.

Hayatına giren kadınların hiçbiriyle evlenmemiştir.Güncesinde evliliği bir burjuva bağı olarak nitelendirmiş ve edebiyat hayatını sürdürebilmesi için yalnızlığa ihtiyacı olduğunu vurgulamıştır.Ona göre ne kadar basit ve küçük bir yaşamı olursa o kadar mutlu ve sorunsuz olacaktır.Yaşamı Camus'nün dediği gibi 'her şeyi göstermek ve hiçbirşeyi teyit etmemektir.' sözüyle ilişkilendirir.Çünkü hayatı baştan kaybedilmiş bir savaş olarak görmektedir.Bir insan olarak yaşamak ve doğru yolda ilerlemek hemen hemen olanaksızdır.Bu düşüncesini 'doğru yol yerden bir karış yüksekte bulunan gergin bir ip gibidir.Fakat bu ip üstünde yürümek için değil de insanın ayağının tökezlemesi için vardır ancak' sözüyle de desteklemektedir.
Eserlerinde insanın gizli kalmış korkularını,burjuva yaşamının sahte aile ilişkilerini,bürokrasinin çıldırtan işleyişini aktarır.Ve en belirgin özellik olarak da kişilerin bildik insan tepkileri göstermeleri bakımından psikolojik,karakter belirleyici boyuttan da yoksun oluşlarıdır.Ne iyi,ne kötü;ne ahlaklı,ne de ahlaksızdır onlar.Bu da bizi anlatının klasik karakter boyutundan yoksun kılar.

'Dönüşüm'(Die Verwandlung) Almanca'da bir değişimden çok daha köktenci bir olguyu yani değişikliğe uğramaktan ziyade;geri dönememecesine tamamen bir üst biçime geçmek olarak aktarılmıştır.Çünkü değişim her zaman olmasa bile,eski duruma bir geri dönüşün kapısını aralık tutar, ancak bahsedilen (en azından öyküdeki karşılık olarak) bir metamorfozdur.
Öykü hiyerarşi düşüncesiyle temellenen,bu amaçla sözü edilen düşünceyi önce aile kurumu içerisinde odaklaştıran toplum içerisindeki bireyin tragedyasıdır.Kafka bu öyküde 20. yüzyılın sanayi sonrası batı toplumunun açmazını ve içine düştüğü yalnızlık ve yabancılaşma sürecini çok iyi gözlemlemiş,işlemiştir.Gregor Samsa 'dönüşüm'üne kadar uslu oturduğu sürece benimseyip sevilir.Başkaldırısı bilinçaltında başlar;bu bilinçaltı kendine uygun biçimini yaratır,böceğe dönüşmesi artık başkaldırısıdır.Böceğe dönüştüğü andan başlayarak,toplumun ve ailesinin ona ilişkin ama onu tutsak kılan beklentileri artık sonuçsuzdur.Gregor'un unutması istenen şey,onun gerçek anlamda bağımsız olabildiği zaman parçasıdır.Gregor sürüye dönebilmek için sürüden kurtulmalı ve yeniden uyum sağlayabilmesi için böcek olduğu dönemi unutmalıdır.Ancak o zaman içinde yaşadığı topluma eskisi gibi 'hizmet' edebilecektir.

Hugo,Tolstoy,Balzac ve aynı klasik geleneğe giren sayısız yazar,çoğunlukla her şeyi bilen,geçmişi geleceği tanıyan okuru hayat üzerinde bilgilendirmek için elinden geleni yapan anlatıcılardır.Ahlakıyla,yaşama tarzıyla,maddi manevi bütün ilişkileriyle,katıldıkları-katılmadıkları,düzeltmek istedikleri bir dünya vardır onların.Dünya görüşleri onlara o dünyayı nasıl gösteriyorsa (ya da göstermiyorsa) öyle sunarlar onu.Bu gelenek 'aydınlanma' hareketinin ,bilgilendirici,aydınlatıcı eğitim anlayışıyla ilintilenebilir.
Kafka'yı bu gelenek içinde bir anlatıcı olarak değerlendirmek istersek,onun anlatı tekniğinin,yazarın söyleyecek sözünün kalmamasına bir işaret olduğunu söylemek mümkün.Aydınlatıcı,her şeyi bilen bir yazarın karşısında Kafka,aradan çekilmiş yazara örnektir.Üçüncü tekil kişi,bir anlatıcı görünürde vardır.Gregor Samsa'nın içinde bulunduğu durum hakkında bir yığın ayrıntılı bilgi verir,ama işte bu bilgiler cümlelerin kendileri hakkındaki bilgilere benzerler; kendi dışlarındaki gerçekliğe zor götürür okuru.Nasıl yapar Kafka bunu?Anlatımı kişilerinden,figürlerinden birinin perspektifine teslim ederek...
Öykülerinin çoğunluğu klasik öykülerde alışık olduğumuz huzurlu bir kasaba,bir aile düzeni tanımlamalarıyla değil de düzenin bozulmak üzere olduğu bir aşamayla başlar.Örneğin, Dönüşüm'deki Gregor Samsa,öykünün başında odasında uyandığında,kendini bir böceğe dönüşmüş olarak bulur.

Kafka anlatıları sonsuz bir zamana yayılmış gibidir.Zaman iyice genleşip 'süreç' olma özelliğini yitirmiştir.Yani kişiler, aynı durumda farklı zaman düzlemlerinde yaşadıkları için ortaya hayaletimsi bir dünya çıkmaktadır.Öyle ki, bize farklı gelen bu dünyada Gregor'un böcek kimliğini kimse önemsemediği gibi,buna pek şaşıran da olmaz; asıl kaygıyı işe gidemeyişi oluşturur. Ama Gregor en büyük özgürlüğünü böcek kimliğinde yaşar. Ancak özgürleşmeyi,ailesinin patrona olan borcunu ödeme zorunluluğunun ortada kalkması koşuluna bağlayıp indirger,çok dar anlamda yorumlar.Her özgürleşme duygusu geçici,yanıltıcıdır; mutlak değil,bir önceki durumdan,belli bir durumdan bağımsızlaşmaktır.Dış dünya,yeni bağımlılık alanlarını hazır edip kişiyi bekler.Peki Gregor, bu firmaya borcunu bitirip bağımsızlaştıktan sonra ne yapacaktır?Bu da demek ki,özgürlük tanımının kendi dünyasıyla sınırlı olduğunu gösterir bize. Bu belli bir durumu arkada bırakmaktan ibarettir sadece.Borcun ödenmesi sorunu Gregor'a göre özgürlüğün önünü kesen bir durumdur; süreçleşemeyen özgürlük düşüncesi yerini ister istemez başka bir durumsal kurtuluşa 'böcekleşmeye' bırakıyorsa, metamorfoz radikal bir dönüşüm olarak, Kafkavari bir özgürleşmeden,öteki birbirini izleyecek bağımlılıklara (evliliğe vb.) kapanmaktan başka ne olabilir ki?Yani özgürleşme olmayan bir özgürleşmeden başka?Bu durumda böcekleşmenin hem özgürleşme hem de özgürleşmeden uzaklaşma olduğunu ileri sürebiliriz.Dolayısıyla karşımıza üç tane varoluş biçimi çıkmaktadır:

a) Pazarlamacı, satıcı, ailenin borcunu yüklenmiş,evlenecek imkanlardan henüz yoksun Gregor,
b) Böcekleşmeyle, en azından bu pratik zorunluluklardan ister istemez kurtulmuş olan Böcek-Gregor,
c) Böcek ile insan arasına sıkışmış gibi görünen, ama özgürlüğü gerçek anlamda arayan Gregor.

Gregor'un kimliği üzerine şöyle de bir yorum yapabiliriz; müziksever biri olmamasına rağmen kızkardeşini konservatuara göndermiştir ve öykünün sona doğru yaklaşılan bir bölümünde kardeşinin çaldığı kemandan müthiş duygulanır.Öyleyse, dönüşüm, tamamen yüzeysel insan kimliğini etkilememiş, sadece fiziksel sorunlar yaşatmış bir dönüşümdür.Gregor hala bir insandır;ya da müziğin ortaya çıktığı bu durumda dönüşüm,dönüşüm olmaktan çıkmıştır artık.Gregor öykünün öncesindeki insan kimliğine geri dönmüştür.Dönmüştür, ama Gregor,dönüşümden önce müzikle hangi boyutlarda ilgilenmiştir ki, bu duygusallığı onun insanlaşmasına işarettir?

İşte Kafka diyalektiği ile bizi, dönüşümün nedenleriyle ilgili iz süren bir avcıya dönüştürür.Onun bilincine kilitlenmiş olsak da, ya da bu bilincin dışına taşıp biyografiyi,metaforu vb. yardıma çağırsak da, yakalayabileceğimiz muhtemel nedenleri,Kafka sanki hep hesaba katmış, tam yorumlardan birine değineceğimiz sırada 'bir de şöyle bak bu meseleye dercesine yorumu önümüzden çekip almıştır.


* Derlenen bu çalışmada Veysel ATAYMAN ve Ahmet CEMAL'in metinlerinden yararlanılmıştır.